Alışveriş merkezlerini kırmızılara boyayan, pek çok romantik komedi filmine konu olmuş ve beraberinde bir sürü klişe getiren Sevgililer Günü’nün romantik bir boyutu olduğu kadar ticari bir boyutu da olduğu aşikâr. Hatta günümüzde ticari boyutunun daha ön planda olduğunu söylemek pek de yanlış olmaz.
Şöyle bir düşününce, yılın 365 günü arasından sevgilinize bir gün ayırmanız, o günü de çiçekler, çikolatalar, pahalı takılar ve akşam yemekleriyle geçirmeniz bekleniyor. Yani “özel” bir gün geçirelim derken kocaman bir klişenin ortasında buluveriyorsunuz kendinizi. Sevgililer Günü’nün ayrılmaz bir parçası haline gelen bu klişelerin ve her geçen gün biraz daha büyüyen tüketim boyutunun, romantik ilişkileri zamanla körelttiği ve insanları mutlu etmek yerine mutsuz edebildiği de bir gerçek. Peki, masum düşüncelerle hazırlandığımız, özel ve romantik bir günmüş gibi görünen Sevgililer Günü ilişkilerimizi neden zedeliyor olabilir?
Ya Bir Gün Ya Her Gün
Bir insana duyduğunuz sevgiyi ve ilgiliyi göstermek ve o kişiyi mutlu etmek istemek kadar doğal bir şey yok elbette. Ancak bu ilginin ve sevginin bir güne odaklanması ilişki dinamiklerini olumsuz etkileyebiliyor. Yalnızca Sevgililer Günü’nde değil, Anneler Günü ve Babalar Günü gibi özel günlerde de görüldüğü üzere, o günün özel geçmesi gerektiğine dair düşünceler hem değer verdiğiniz kişi hem de sizin üzerinizde baskı oluşturabiliyor. Bu günlerle ilgili reklamların ve toplumsal mesajların da beslediği bir beklenti duygusu oluşabiliyor. O günü belli bir şekilde geçirmek zorunda hissediyor, “şu hediyeyi almazsam eksik kalır,” ya da “bugün mutlaka bunu yapmalıyız,” diye düşünüyorsunuz. Karşıdaki insana da “Bugün 23 Nisan, hadi bugünlük sen de vali ol çocuğum,” der gibi bir mesaj vermiş oluyorsunuz ister istemez. Halbuki sevdiklerimize onları sevdiğimizi hissettirmek ve hediyelerle mutlu etmek için takvimde ayrılan bir güne ve bugünün de bir pazarlama mekanizmasına dönüşmesine ihtiyacımız olmamalı.
Sevgililer Günü’ne Dair Klişeler ve Beklentiler
Sevgililer Günü’nün ticari boyutunun daha ön planda olmasıyla, Sevgililer Günü özel ve romantik bir gün olmaktan çıkıp, başlı başına bir tüketim çılgınlığına dönüşüyor. Bugün alınacak hediyeler, yapılacak aktiviteler sanki bizim yerimize önceden seçilmiş gibi. İç çamaşırı ve mücevher sektörünün dört gözle beklediği ve çiçekçi hasılatlarının akıl almaz seviyelere ulaştığı bir para makinesine dönüşen Sevgililer Günü’nün klişeleri, beklentileri de yükseltiyor. Böylece iki sevgilinin birbirlerine olan sevgilerini vurgulayıp romantik bir gün geçirmelerinin beklendiği gün, ticari bir tiyatro oyununa dönüşebiliyor. Günümüzde sosyal medyanın hayatlarımıza girmiş olması da bu beklentilerin ve klişelerin küçük bir yarışa dönüşmesine sebep oluyor. Böylece günün sonunda Sevgililer Günü, sevgilinizin size aldığı hediyenin değeri ve akşam yemeğe çıktığınız restoranın pahalılığıyla ölçülebilen bir para tuzağı haline dönüşüyor.
Sevgililer Günü’ne dair klişelerden biri de toplumsal cinsiyet rollerinin durmadan yineleniyor ve vurgulanıyor olması. Sevgililer Günü birdenbire, erkeklerin kadınları hediyelere boğduğu ve ilişki (ya da kadın) ne kadar değerliyse o kadar değerli hediyelerin satın alındığı bir panayıra dönüşebiliyor. Yani ilişkide bir taraftan alıcı, diğer taraftan da verileni kabul edici olması bekleniyor. Bu da hem kişiler arasındaki ilişkiyi uzun vadede olumsuz etkiliyor, hem de Sevgililer Günü’nün ticari çarkını daha da hızlı döndürüyor.
Antik Gelenek, Modern Tüketim
Sevgililer Günü’nün tarihçesiyle ilgili farklı rivayetler olsa da antik dönemlere kadar uzanan uzun bir tarihçesi olduğu kesin. Kimileri köklerinin antik Roma döneminde kutlanan bir doğurganlık festivaline kadar uzandığını, kimileri de İmparator Claudius’un erkeklerin asker olmaları için evlenmelerine müsaade etmediği zamanlarda sevenleri evlendiren Aziz Valentine’e uzandığını söylüyor. Her hâlükârda, böylesine eski bir gelenek günümüzde ilişkileri pekiştirmek yerine olumsuz etkileyen bir tüketim çılgınlığına dönüşmüş durumda.
YORUMLAR - 0 değerlendirme