Anneler Günü’nün materyal odaklı bir gün haline getirilmesine ve ticarileştirilmesine etraflıca değinmeden önce Anneler Günü’nün nasıl ortaya çıktığını öğrenmekte fayda var.
Anneler Günü Nasıl ve Neden Ortaya Çıktı?
Her şey Anna Jarvis’in hayatını çocuklarına adayan annesinin bir Mayıs ayının ikinci Pazar günündeki vefatının ardından, onu anmak için bir tören düzenlemesiyle başlıyor. Bu törenden ilham alarak, annelerin emeklerinin takdir edilmesi için ulusal bir gün tayin edilmesi için yıllarca uğraşıyor. Bunda annesinin hayattayken Annelerin Dostluğu Günü adı altında, ABD’deki iç savaşta evlatlarını kaybeden anneleri bir araya getiren bir örgütlenme kurmaya çalışmış olmasının da payı var elbette.
Anna Jarvis, çabalarının karşılığını alıyor ve dönemin ABD başkanı 1914 yılında, her yıl Mayıs’ın ikinci Pazar gününün Anneler Günü olarak kutlanması için bir bildirge imzalıyor. Anna Jarvis’in zafer mutluluğu ne yazık ki çok uzun sürmüyor. Anneler Günü’nü ticari bir fırsata dönüştürmek isteyen dönemin çiçekçileri ve tebrik kartı üreticileri çeşitli kampanyalara başlıyor. Tüm annelerin emeklerinin tanınması ve takdir edilmesine vesile olacak Anneler Günü’nü kabul ettirmek için yıllarca uğraşan Anna Jarvis, amacına ulaştıktan sonra ömrünün geri kalan kısmını, Anneler Günü’nün ticarileştirilmesine karşı mücadele ederek geçirmek zorunda kalıyor. Anna Jarvis o zamanlar genel itibariyle çiçekçiler ve tebrik kartı üreticileriyle sınırlı olan ticarileşmenin günümüzde nasıl bir boyuta ulaştığını görse ne düşünürdü kimbilir.
Anneler Günü’nün Ticarete Alet Edilmesi Ne Anlama Geliyor?
Şimdi gelelim günümüzdeki Anneler Günü’ne. Artık reklamların televizyonlarla ve billboardlarla sınırlı değil, sosyal medyada her an her dakika reklamlara maruz kalıyoruz. Anneler Günü’nün yaklaştığını haber veren o ilk reklamları görmeye başladığımızda ise sürekli maruz kaldığımız mesaj, annelerimizi mutlu etmek, onlara hediyeler almak oluyor. “Bunda ne var yahu?” diyor olabilirsiniz. Eğer sevginin, takdirin, daha da önemlisi bir anneyle evladının arasındaki ilişkinin objelere indirgenebileceğine inanıyorsanız sorun yok elbette. Ancak Anneler Günü’nün tüketim aracına dönüştürülmesi, bu tüketimin hedef kitlesinin büyük çoğunlukla çocuklar olduğu anlamına geliyor. Küçücük çocuklara sevgilerini göstermenin en iyi yolunun, yılın bir günü annelerine hediye almak olduğunu öğretmek ne kadar mantıklı, ne kadar doğru?
Üstelik Anneler Günü’nün ticari bir fırsata dönüştürülmesinin ortaya çıkardığı tek sorun bununla sınırlı değil. Anneler, görevleri ailelerini beslemek, evi çekip çevirmek olan ve tüm bireysel kimlikleri bu görevlerle ve sorumluluklarla sınırlı olan insanlara indirgeniyorlar. “Bu Anneler Günü’nde annenin yükünü hafiflet, babanı ikna et, annene yeni bir çamaşır makinesi alsın!” mantığıyla yürütülen reklam kampanyaları aile ilişkilerini manipüle etmekle kalmıyor, kurtulmak için bocalayıp durduğumuz toplumsal cinsiyet normlarını da bir güzel pekiştiriyor. Ülkedeki, dünyadaki tüm annelerin anneliği bir çamaşır makinesine, bir elektrikli süpürgeye, bir demet çiçeğe, belki parlak bir kolyeye indirgeniyor. Bir annenin çamaşır-bulaşık yıkamaktan başka bir sorunu olamazmış gibi bir resim çiziliyor, bizler de annelerin birer birey olarak toplumda karşılaştıkları “asıl” sorunların neler olduğunu anlama gayretini göstermiyoruz.
Annelerin Toplumda Karşılaştıkları “Asıl” Sorunlar
Annelerin hayatlarını alt üst eden sorunların bembeyaz olmayan perdeleri ya da bir türlü çıkaramadıkları çim lekeleri olmadığında hemfikirsek, gelin “asıl” sorunlara bir göz atalım.
Tencerelerindeki zorlu lekeleri çıkarmakla uğraşmanın yanı sıra pek çok kadının yasal doğum öncesi ve sonrası doğum izinlerinin yeterli olmamasından dolayı işlerini bırakmak zorunda kaldıklarını ya da kazandıkları paranın yarısından fazlasını bakıcılara vermeye mecbur olduklarını biliyor muydunuz? Türkiye’de yasal hak 16 hafta, ancak AB ülkelerinde ortalama doğum izni 21,8 hafta. İsveç’te ise ücretli doğum izninin yaklaşık iki yıla kadar çıktığı bilinen bir gerçek. Bazı Avrupa ülkelerinde babalara da uzun süreli zorunlu ya da tercihe bağlı doğum izni veriliyor. Böylece çocuk sahibi olmanın cinsiyetler arasında eşit olmayan sonuçlara yol açması engellenmeye çalışılıyor.
Kadın İstihdamı ve Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği
Yine kadın istihdamından devam etmek gerekirse, Türkiye İstatistik Kurumu’nun verileri ne yazık ki pek de parlak olmayan bir tabloyu gözler önüne seriyor. 2016 verilerine göre, Türkiye’de istihdama dahil olmayan kadın sayısı yaklaşık 20 milyon, erkek sayısı ise 8 milyon. Bu iki rakam istihdamdaki toplumsal cinsiyet eşitsizliğini anlatmaya yetiyor aslında ama gelin bir de kadın istihdamındaki olumsuz verilerin ardında yatan nedenlere bakalım. Yine TÜİK verilerine göre, Türkiye’de istihdama katılamayan 20 milyon kadından 11 milyonu ev işleriyle ilgilenmek zorunda oldukları için iş gücüne katılamadıklarını belirtiyor. İş gücüne katılamayan 8 milyon erkeğin de ev işleriyle ilgilenmek, çocukların karnını doyurmak için iş gücüne katılamadıklarını söyleyebilmek çok güzel olurdu, ancak erkeklerde istihdama katılamama için gösterilen en yaygın gerekçe emeklilik.Kayıtsız ve sosyal güvence olmadan çalışan kadınların sayısı erkeklerden daha fazla, ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadınların sayısı da erkeklerden daha fazla. Belirtmekte yarar var, ücretsiz aile işçisi kategorisi aile işletmelerinde ücretsiz çalıştırılan kadınları kapsıyor. Çalışmayan, çalışamayan, çocuklarına bakma yükümlülüğü yalnızca ya da büyük oranda kendilerine biçildiği için işten ayrılmak zorunda kalan ve nihayetinde tam zamanlı ev hanımı olarak çalışan kadınlar bu kategoriye ne yazık ki dahil edilmiyor.
Anneler işte böyle sınıflara ayrılıyor toplumda. Çalışan anne, hem çalışıp hem de evin işlerini layığıyla yapabilen anne, çocuklarına bakmak için çalışmayan (çalışamayan) anne. Ama siz bu kategorileri hiç kafanıza takmayabilirsiniz, reklamlara bakılırsa son model kırmızı bir tost makinesi her kategoriden annenin gönlünü almaya yetiyor.
Anneler Günü’ne Gerçek Anlamını Geri Kazandıralım
Unutmamak gerek, Anneler Günü’nün ticari bir araca dönüştürülmesi yalnızca anneleri tek bir basmakalıp profilin içine sokmakla kalmıyor, aynı zamanda çocukların duygularını da manipüle ediyor. “Canım annem, kahraman annem” edebiyatıyla alışverişe ve tüketmeye teşvik edilen çocuklar, toplumun gerçeklerinden, toplumsal eşitsizliklerden bihaber büyüyorlar. Keşke çocuklarımız okulda annelerine süslü püslü kartlar hazırlamayı öğrendikleri gibi, annelerinin toplumda ne gibi zorluklarla karşılaştıklarını da öğrenebilseler. Keşke annelerimize duyduğumuz sevgiyi ve takdir duygusunu bir güne ve birkaç hediyeye sıkıştırmaya teşvik edilmesek de annelerimizin emeklerini bir gün değil her gün takdir ettiğimizi gösterebilsek!
YORUMLAR - 3 değerlendirme