Ucuz ve Pahalı Kavramları Algımızı Nasıl Etkiliyor?
Küçük bir yaştan itibaren hepimiz pahalılığın kaliteyle özdeşleştirildiği bir dünyada büyüyoruz. İşin içine parasal değer girer girmez, ürünün ya da hizmetin paradan bağımsız değerine değil, ona atfedilen değere odaklanmış oluyoruz. Örneğin, farklı markaların ürünlerini bulabileceğiniz bir mağazada gezdiğinizi düşünelim. Birbirine çok benzeyen iki koltuk gördünüz ve koltuklardan birinin fiyatı diğerinin iki katı. İçgüdüsel olarak ilk düşündüğünüz şey pahalı koltuğun diğerinden daha kaliteli olduğudur.
Buna bir başka örnek daha verebiliriz. İnternette alışveriş yaparken ucuz bir gömlek gördünüz. Gömleği beğenmiş olabilirsiniz, ancak kaliteli bir gömlekle bağdaştırdığınız fiyattan daha ucuz olduğu için bu gömleğe muhtemelen şüpheyle yaklaşacaksınız. Bir gömleğin maliyetini düşündüğünüzde fiyat mantıklı olabilir, ancak sizin için kaliteyi belirleyen unsur “yüksek fiyat=kalite” olduğu için bu gömleği almaktan muhtemelen vazgeçeceksiniz.
Ucuzluk ve pahalılık kavramlarına yüklediğimiz anlamlar marka algımızı da derinden etkiliyor. Daha önce hiç duymadığınız bir markanın ürünlerini mağazada ya da internette ilk kez gördüğünüzde ürün fiyatları normalden yüksekse o markaya güvenme olasılığınız çok daha yüksek. Yani yalnızca bir fiyat etiketi üzerinden yola çıkarak bir markayla ilgili kararınızı hemen o anda verebiliyorsunuz.
Bir Statü Göstergesi Olarak Pahalı Markalar ve Ürünler
Ucuz ürünlerin düşük kaliteyi, pahalı ürünlerinse yüksek kaliteyi çağrıştırması aslında çok da ilginç bir kavram değil, çünkü genellikle doğru. Ancak pahalı ürün ve hizmetlerin bize kendimizi daha iyi hissettirme ya da özel olduğumuzu düşündürme gibi etkileri de var. Aslında pahalı ürünlerin ilgimizi daha çok çekmesinin esas sebebi de bu.
Bu durumu yalnızca alışveriş yaparken değil, seyahat ederken ya da dışarıda yemeğe çıktığımızda da görebiliyoruz. Örneğin, özel günlerde daha pahalı restoranlara gitmeyi tercih ediyoruz. Yediğimiz yemeğin maliyetinden ve aldığımız hizmetin gerçekten bu fiyata değip değmediğinden bağımsız olarak, pahalı bir restorana gitmiş olmak bize kendimizi daha iyi hissettiriyor.
Benzer bir algıyı pahalı markaların ürünlerini satın alırken de yaşıyoruz. Üzerimizde pahalı markaların logolarının ya da etiketlerinin bulunduğu kıyafetler ve ayakkabılar taşımayı tercih ediyoruz. Çünkü bu ürünleri satın alabilecek bir sosyal ve ekonomik statüye sahip olduğumuzu göstermek istiyoruz. Pahalı markalarla kurduğumuz bu ilişkide kalite ikinci planda kalıyor, ön plana çıkan nokta markanın statüsü oluyor.
Pahalı bir ürünün etiketine baktığımızda, gördüğümüz rakam bize bu üründe ya da markada özel bir şeyler olduğunu söylüyor, ancak pahalı etiketle bize vadedilen bu özel şey ucuz üründe de pekala var olabilir.
Ürünlerin Maddi Değeri Sosyal Yapıyı Nasıl Etkiliyor?
Ürünlere biçtiğimiz değerlerin parayla doğrudan orantılı olduğu ve bu değer doğrultusunda statümüzü belirlediğimize verilebilecek en güzel örneklerden biri ananasın hikayesidir. Yaklaşık 5000 yıl önce ananas çok değerli bir meyveydi. Bunun sebebiyse Güney Amerika’da yetişen bu meyvenin Avrupa’ya taşınmasının çok zor ve masraflı oluşuydu.
Kraliyet ailelerinin tükettiği ve herkesin ananas satın almaya gücünün yetmediği o günlerde ananas yalnızca tadıyla değil fiziksel görünümüyle de beğeni topluyordu. Hatta mimari yapılarda ananas figürlerine rastlanıyordu. 19. Yüzyılda ticaretin kolaylaşması ve yakın coğrafyalarda da ananas yetiştirilmeye başlanmasıyla birlikte ananas dillerden düşmeyen değerini yitirdi. 15. Yüzyılda bir ananas günümüz parasıyla yaklaşık 30 bin TL’yi bulurken, artık süpermarketlerde rahatlıkla satın alabildiğimiz bir ürün ve eskiden olduğu gibi hakkında şiirler yazılmıyor. Ananasın tadı hiç değişmemiş olmasına rağmen, ona biçilen maddi ve kültürel değerin zamanla böylesine değişmiş olması ucuz ve pahalı kavramlarıyla kurduğumuz ilişkileri de açıklar nitelikte.
YORUMLAR - 1 değerlendirme